Özgür
olmayı insanca bir yaşam için hayata tutunmayı, insan olmanın anlamını sevginin
değerini kul olmamayı, insanca hak ve özgürlüklerini savunmayı, yaşadıkları
onca işkencelere rağmen ölümü göze alarak. Bu günü( 8 Mart) gününü dünyaya
hediye eden bir avuç fabrika işçisi kadının, bu asla unutulmayacak hikayesi
karşısında duyulacak saygının bile adını koyamıyorum. Bu gün onlar aramızda yok
hepsi diri diri yakılmayı göze aldılar, ama asıl onların yaşadıkları acıları
şimdi yaşarken çekmeleri gerekenlerin, kadını nasıl da karanlığa
kapattıklarının farkına varana kadar çekmeleri gerektiğini düşünüyorum.
İnsan hayatının üçüncü evreninde kadın çok önemli bir yer
tutar. İnsan doğar büyür gelişir ve yaşamsal geleceğini kurar toparlar
belirler, ama işte asıl burada kadın hayatımıza girer. İnsan hayatını
belirleyen üçüncü kaderin sonunda kadın tüm hayatımızın belirleyicisi
olur.
Sadece evlilik paylaşımında değil, hayatın tüm noktasında
kadının olmadığı bir değişimi düşünmek bana mantıklı gelmiyor. Şarkılara
dökülen içinde aşk olan şiirlerin bile yazılmasında şair kadının varlığından ilham
almıyor mu?
Hayatın içinde yaşamak için verilen mücadelede bile kadın
yok mu? Ama biz ne yapıyoruz, her yıl 8 Mart dünya kadınlarının özgürlük yılını
bile yok sayarak bunun kutlanmasının anlamının olmadığını söylüyoruz. Sözde
kalan kutlamalar ve söylemlerle kadınlara gösterilen saygı ve değerin anlamı
bile bu sözlerin içinde yok. Kadın kendisini köle gibi kullananlara karşı özgürlüğünü
almak adına verdiği savaşta tarihin sayfalarına altın harflerle yazıldı.
Kendi ülkeme baktığımda, kadın hala üçüncü bir insan
olmaktan öteye geçemiyor. Bugün dünya kadınları benim ülkeme göre daha özgür,
özellikle Batı`da parlamentolara baktığımda kadın üye sayısı bizden çok fazla,
peki bizde kaç tane dersiniz? Göstermelik
sayı kadar, ama bir gün tüm dünyayı kadınların yöneteceğini düşündüğümde, bu
gerçeğin benim ülkemde yaşanacağını düşünemiyorum. Kadın bu ülkede dışarı
çıkmamalı evinde oturmalı, kocasının dizinin dibinde ona biat etmeli
konuşmamalı ne derse onu yapmalı, kitap gazete okumamalı başını örtmeli
saçlarını kimse görmemeli hatta burkalı olmalı. Uygar dünyadan koparılmış bir
Türk kadını ve bununda adına kadın bir Günah Sebebidir demek kolay geliyor
birilerine. Küçücük kız çocukları para karşılığı satılıyor evlendiriliyor ama
kimsenin umurunda değil.
Kocalarından dayak yeme korkusuyla evlerini çaresiz terk
eden kadınları bekleyen korkunç son. Geçen 2017 yılı içinde 409 kadın öldürüldü.
En kötüsü 2002-2017 yılına baktığımızda korkunç bir tablo
ortaya çıkıyor, öldürülen kadın sayısı 6 bin 143, ama bugüne baktığımızda bu
korkunç tablo hiç kimse tarafından dile getirilmiyor.
Ya giydikleri kıyafetler sebebiyle, ya da koca baskısına işkencesine
karşı koyamadıkları için, ya da birileri tarafından korkunç bir karanlığın
içine sürüklenmemek için direnenlerin yaşadıkları acı son. Bugünkü anlayışın
aklına takılan şey, `` kadın uğursuzdur, kadının aklı küçük her şeye
karışmamalı, kadın kocasının kölesidir, kadın çocuk doğurur her şeye
karışmamalı`` Böyle bir mantıkla yönetilen kadınlar nasıl kendini özgür
hissedebilir bu ülkede acaba?
Bana göre bugün bu anlayışın içinde olanların önünde
yürümeli kadın ve kadın yönlendirici olmalı, akıl veren kendisine dayak atan
hakir gören kocasını bile yönetmeli, kadına el kaldırmak dövmek hakaret etmek
incitmek kırmak üzmek, işte bu noktada aklın galip geldiğini görmek önemli,
galip gelen akılda burada kadının hakimiyetidir.
Kadınla erkek arasında bir ayrıcalık olmadığını söylemek
isterim. Hayatın özünde tüm kazanımların yaşamsal değerlerin içinde erkek kadın
eşit şartlarda haklara sahip olmalı, hatta kadının önderliğinin ne kadar önemli
olduğunu söylemek mutluluk veriyor bana. Her konuda kendini aşmış başarılı bir
kadın, en yakınındaki kişiyle bunu paylaşmak isterse, işte asıl alkışlanacak
davranış bu değil midir?
Biz kadını ne yazık ki daima arka planda bıraktık, aşkta
sevgide bile kadın iki ayrı dünyayı birleştiren kutsal bir duygunun eseridir.
Bugüne baktığımızda ne yazık ki bu duyguyu aşkı sevgiyi nasıl paylaşacağını
bile bilmeyen bir toplum haline getirildik. Özellikle inanç saygınlığının
içinde bile kadın daima bir çıkar oluşumunda motif olarak kullanıldı, dinimizin
zorlama kuralları yoktur, her inanan insanın inançlarına olan bağlılığı sadece
kendisini yansıtır zorlama kurallara özellikle kadının getirildiğini görmek
üzüyor insanı.
Bu anlayışın bundan sonrada değişeceğini sanmıyorum.
Kadın işkence altında. Kadın ölüm korkusuyla yaşıyor. Özgürlüğü yok kendini
savunamıyor. Tarsus’ta Özgecan olayı hala sıcaklığını korumuyor mu? Kadın bu
ülkede giyimiyle ve yaşamıyla birilerinin korkusundan ayrı bir hayatın içine
sokulmasını ister mi? Ama ne yazık ki toplumun yaşadığı travma sonucunda bu
gerçeği yaşıyor Türk kadını. Kadın insan yerine konulmuyor bu ülkede, neredeyse
Afganistan da olduğu gibi siyah bir dünyanın içinde bırakılacak, en korkuncu da
burkaya sarılacak kadın. Onların istediği bu değil mi?
Çağdaş bir Türk kadını görmek; Atatürk cumhuriyetinde
bundan sonra nereye kadar mümkün olacak merak ediyorum. Türk kimliğinden
rahatsız olanlar topluma hangi kimlikle bakacaklar acaba?. Kadın bu ülkede
daima bir günah olarak kalacak bu asla değişmeyecek. Toplumsal travmayı yaşayan
cehaletin önüne getirilen onları haklı gösteren bir anlayış: kadın açılıp
saçılmamalı, kapanmalı orasını burasını göstermemeli tahrik unsuru yaratmamalı.
Yoksa adına cehalet dediğimiz kişilerin heyecanı artıyor
diye düşünmek bu sonun habercisi değil mi?.
ALMANYADA
TÜRK KADINI YAPAYALNIZ
Avrupa da Türk toplumu özellikle de kadınlarımız ne yazık
ki tüm çağdaş değerlerden uzakta bırakılmış. Her yazımda vurguladığım gibi 50
yıldır burada yaşayan Türk toplumu daima kadınları yok saymış. Gazete ve kitap
okumayan, eğitim düzeyi yetersiz kadınlar, yıllardır yaşadıkları Almanya da
yapayalnız tek başına kaldıklarında, nasıl özgür olmak ve yaşamsal değerlerini
sorgulama haklarını görebilecekler, merak ediyorum. Ama asıl suç onların değil.
Sadece inanç saygınlığına dayalı bir kırsal kültür yaratılmış Almanya’da. Akıl
bilim eğitim çağdaş değerler kültür sanat ve tüm aydınlığın içinde olabilme
heyecanı yok edilmiş. İbadet edeceksin! Allah korkusu insanların beyninde farklı
yaratılmış. Kendilerine dinin temsilcileri sıfatı veren kurum ve dernekler (
Din tacirleri) ne yazık ki özellikle kadınlarımızı bilimsel değerlerin dışında
tutmaya çalışmış.
Siyasi sistem yaratıcılarının eline geçen din, ne yazık
ki siyasi çıkar adına kullanılmaya başlandığında; özellikle kadın hep değişimin
ötesinde bırakarak sadece oy amacıyla kullanmaya başlanmış. Böyle bir tıkanmada
Türk kadını çağdaş olabilir mi?
Almanya da Türk toplumu zaten senelerdir din tüccarlarının
tacirlerinin elinde. Kendilerini bu toplumu temsil yetkisiyle ortaya atanların
çıkarları adına hep çarkın ortasında bırakılmış kalmış. Değişen düzen içinde
Almanya da her geçen zaman hayat şartlarının daha da zorlaştığını göremeyenler,
yarın bu toplumu nasıl bir felaketin ortasında bıraktıklarının nasıl farkında
olacaklar acaba?
Gerek konsolosluklar, gerekse diğer tüm kurumlar, sadece
dosyalamanın belirleyicisi olmaktan öteye gidemiyorlar. İçi boş şişirilmiş
sadece göstermelik etkinlikler burada yaşayan Türk toplumu adına hala kalıcı
etkin kararların gösterisi olmaktan çok uzakta bırakmış. Türk toplumu özellikle
Türk kadını bu değişimlerin çok uzağında kalmış, Türk kadını için hiç bir şey yapılmamış.
Kadın köktenci kültürün pençesine itilmiş, ötekileştirilmiş, kadında akıl ve
din daima eksik bırakılmış, kadın çalıştırılmamış hep evde hapsedilmiş. Yaşadığı ülkede sokağa çıktığı zaman nasıl
bir kültürün içinde kaldığının farkında bile değil. Derdini anlatamadığı gibi
yaşadığı ülkeye bile hala yabancı kalıyor. Kadın burada ne yazık ki özgür değil
yapayalnız tek başına.
Dünya kadını çağdaş değişimin içine çoktan girdi. Ama
Türkiye de kadın yalnızlaştırıldı kendine bile yabancılaştırılmış durumda
Almanya da olduğu gibi. Batı`da kadın her yerde söz söyleme konuşma özgürlüğüne
sahip. Bir gün dünyaya kadınlar hakim olursa ki bunu bekliyorum ve
gerçekleşecek, işte o zaman Türk kadınının ne kadar geçmişte kaldığını görenler
bunun hesabını nasıl ve kime verecekler merak ediyorum.
Türkiye de 39 milyon 771 bin 221 kadın nüfus var. Belki asıl
sayı benim verdiğim sayıdan daha fazladır.
Fiziksel
şiddet gören kadın oranı yüzde 39.3,
Cinsel
şiddete uğrayan kadınların sayısı yüzde 15.3.
Fiziksel
ve Cinsel şiddete birlikte maruz kalan kadınların sayısı yüzde 41.9.
Bunun
sonucunda ağır yaralar alanların oranı yüzde 25.
Yaşadıkları
şiddeti korkudan kimseye anlatamayanların sayısı da var bu oranda yüzde 48,5.
Yaşadıkları
şiddeti resmi kurumlara anlatamayanların oranı yüzde 89.1.
Yaşadıkları
çevrede yalnız yaşamaktan korkan sayı yüzde 37.
Kadına yönelik şiddet yıllardır katlanarak artıyor. Sadece
şiddet değil, tecavüz değil, kocaları tarafından acımasızca dövülen hatta
hunharca öldürülen kadınlar… Peki şimdi
biz nasıl olurda kadının adını var olduğunu söyleyebiliriz? Kadının adı var mı?
Var onlara göre. Kadına
bu acıyı yaşatan anlayışa gör var. Peki, bunun adı nedir?
Söyleyelim: Kadın
bir günah sebebidir bu ülkede. Bugün Türkiye de okuma yazma bilmeyen kadınların
sayısı erkeklerin 8 katı, Kadına saygı ve cinsiyet eşitsizliği konusunda
Türkiye 150 ülke arasında 130 sırada. Yani her dönem kadın bu memlekette her
durumda yok sayılıyor.
AB ülkelerinde kadın yönetici sayısı yüzde 62.5. Türkiye’de
Üniversiteler ve kamu kurum ve kuruluşlarda 89.1 erkek ve 10.8 oranda kadın
yönetici var, yıllardır AB ye girme hayaliyle bekleyen Türkiye, böyle bir resmi
Batı`ya verdiği sürece nasıl AB ye kabul edilebilir acaba? İçişleri
Bakanlığı`ndaki 1698 mülki idare amiri içinde sadece iki kadın vali var, bu
durum İş dünyasında da farklı değil. Yani kadın sadece öldürülmüyor, kadın
sadece şiddet mağduru olmuyor, kadın hayatın her alanında eziliyor, sömürülüyor
ve günah sebebi sayılıyor. Çünkü siyasi anlayış kadını hiçe sayan karşı devrim
inşa etmek adına Günah olarak adını koyuyor. Bugün okumuş eğitim görmüş yüzde
70 kadın, gerek kamuda ve gerekse iş dünyasında tercih edilmiyor.
(TURKONFED)`in açıklamalarına bakıldığında, eğitim almış ve çalıştığı kuruma
faydalı olabilceğine inanan kadının erkeklerden daha az ücretle çalışmaya
zorlanması da düşündürücü değil mi?
Gerek özel sektörde, gerekse kamuda kadınların yok sayılmasının adına günah
sebebi demek kadına yapılacak en büyük saygısızlık bana göre.
Bugün kadın sokakta ve her yerde tüm yaşamsal alanlarda
özgür değil. Korkuyor. Nere de ne zaman saldırıya uğrayacağını düşünüyor. Acaba
nerede ne zaman bir başkasının şiddetine maruz kalacağını düşünmekten yaşadığı
travmanın etkisiyle kendi dünyasından korkularından kurtulamıyor. Hala ölüm
korkusuyla kocasının şiddetinden ve bir başkasının saldırısından kendisini
koruyacak bir çalışma, yasa yok. Sadece sayfalarda kalan sözde konuşmalar
açıklamalar hepsi bu.
Kadının adı sadece bu ülkede GÜNAHIN ADI evet bundan daha
belirgin bir isim bulamadım. Kendilerini din temsilcisi olarak anlatanların
düşündükleri bu sanırım. Kadın, tanrının kutsadığı önünde saygıyla eğilesi onun
bir hediyesidir bizlere, onun dünyasındaki gizemin güzelliklerin farkına
varamayanların kötü ruhların ulaşamadıkları kadına koydukları isim de “Kadın
Günahtır” . Yapabildikleri sadece budur onların. Ama bugün asıl günahı işleyenler, kadını
lekeleyenler, ona işkence edenler, onu farklı gözle görmek isteyenlerdir.
Siyasi otoritenin kadını yok sayması ve sistem dışında
bırakmaya çalışması daha ziyade kadının hakimiyetinden korkmasındandır. Asıl
üzerinde durulması gereken budur. Bir gün kadın özellikle ülke yönetiminde söz
sahibi olmaya başladığında… İşte onların asıl korkuları budur.
Bu ülkede bir gün, Türk kadınının Cumhuriyetin akıl ve
bilim gerçeğinin çağdaş anlamda yansıtılmasında etkin olacağına, bunu da
başaracağına inanıyorum.
Karanlıkları değil aydınlıkları yaşamanın tek habercisi
çağdaş Türk kadını olacaktır. Kırsal kültüre mahkum edilmiş bir avuç Türk
kadını, işte bu anlayışın sevdalısı olan çağdaş Türk kadını yaşadığı acı
gerçeği asıl kendini anlatacak savunacak koruyacak değerlerin içinde
eğitildiğinde anlayacaktır. Cehalete mahkum edilmiş kadının her dönem
birilerinin çıkarlarına hizmet edercesine hapsedilmesinin uyutulmasının değil,
artık uyuduğu uykudan uyandırılıp gerçeklerle yüz yüze kalmasını öğrenmesinin
zamanı geldiğini sanıyorum.
Bugünün çağdaş Türk kadını, 8 Mart dünya kadınlar gününün
adını altın harflerle yazdıran, özgürlük
için ölümü göze alan Dünya kadınlarıyla aynı kaderi paylaşıyor.
Prof.
Dr. Levent Seçer