Cumhuriyetimizin Temeli Uluslaşma ve Yeniden Ulus Olmak / Sinan MEYDAN
Atatürk 1927’de Nutuk’ta daha ilk sayfalarda “Düşünülen Kurtuluş Çareleri”
başlığı altında Mondros Mütarekesi’nden sonraki kurtuluş çarelerini
sıralayıp açıkladıktan sonra kendi kararını ortaya koymuştur. Atatürk,
Mondros Mütarekesi’nden sonraki kurtuluş çarelerini şöyle sıralamıştır:
1. İngiliz korumasını isteyenler,
2. Amerikan mandası isteyenler,
3. Bölgesel kurtuluş çarelerine başvuranlar...
Atatürk ilk iki “kurtuluş çaresi”ni ileri sürenler hakkında şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Bu
iki türlü karar sahipleri Osmanlı Devleti’nin bir bütün halinde
korunmasını, Osmanlı topraklarının çeşitli devletler arasında
bölüşülmesi yerine, imparatorluğu tek bir devletin koruyuculuğu altında
bulundurmayı tercih edenlerdir”
Atatürk’ün üçüncü karar hakkındaki yorumu da şudur:
“Söz
gelişi bazı bölgeler kendilerinin Osmanlı Devleti’nden koparılacağı
görüşüne karşı ondan ayrılmama tedbirlerine başvuruyordu. Bazı bölgeler
de Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılacağını ve Osmanlı ülkesinin
bölüşüleceğini oldubitti kabul ederek kendi başlarını kurtarmaya
çalışıyorlardı.”
Atatürk bu kurtuluş çarelerini sıraladıktan sonra “Bu kararların hiç birinde uygunluk görmedim” diyerek kendi kararını açıklamıştır.
Ona göre bu kararlar “çürük” ve “temelsiz”
mantıklara dayanıyordu ve gerçekçi değildi. Çünkü kurtarılmaktan söz
edilen Osmanlı Devleti siyasi ömrünü tamamlamış ve tamamen çökmüş,
parçalanmıştı. “Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı.”
Atatürk’e göre Batılı emperyalistlerin amacı bunu da bölüşmekten
ibaretti. Atatürk bu zor dönemde Osmanlı siyasal otoritesinin de tamamen
etkisini yitirdiğini düşünerek şöyle demiştir: “Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah halife, hükümet, bunların hepsi anlamı kalmamış bir takım boş sözlerden ibaretti.”
Atatürk, Mondros sonrasındaki teslimiyetçi ve gerçek dışı kurtuluş çarelerini eleştirdikten sonra “O halde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi?” diye sorarak yanıtı şöyle vermiştir:
“Efendiler,
bu durumun karşısında bir tek karar vardı. O da millet egemenliğine
dayanan, kayıtsız, şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!”
“İşte
daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu
topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar bu karar
olmuştur: Ya İstiklal ya ölüm”
Kısacası
Atatürk’ün Anadolu merkezli Türk ulus devletini “gerçekçi” ve “zorunlu”
bir seçenek haline getiren belli başlı gerekçeler vardır. Bu
gerçekçeler şöyle özetlenebilir:
1.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Mondros Mütarekesi’yle Anadolu’nun
düşman işgaline uğramasıyla gündeme gelen manda isteklerinin ve bölgesel
kurtuluş çarelerinin gerçekçi olmaması,
2. Osmanlı Devleti’nin tamamen çürüyüp parçalanmış olması ve “Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdunun kalmış” olması,
3.
Daha önceki Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşlarında kaybedilen
topraklardaki Müslüman Türk nüfusun, elde kalan o “ata yurtta”,
Anadolu’da toplanmış olması...
İşte Atatürk, Osmanlı Devleti -o
çok uluslu yapısıyla- çürüyüp parçalandığı, “padişah, halife, hükümet,
bunların hepsi anlamı kalmamış bir takım boş sözlerden ibaret” hale
geldiği bir bunalım ortamında “millet egemenliğine dayanan, kayıtsız, şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmaya karar vermiştir”
Kısacası
Türk ulus devleti, herkesin yıkılmış, parçalanmış Osmanlı’yı, bağımlı
da olsa bir şekilde devam ettirmenin yollarını aradığı bir ortamda
Atatürk’ün “milli egemenliğe dayanan bağımsız bir Türk devleti” kurma
fikrini, düşünceden uygulamaya geçirmesinin bir sonucudur. Atatürk,
içinde bulunulan şartları çok doğru bir şekilde tahlil ederek, gerçekçi
ve devrimci bir karar vererek kurmuştur Türk devletini... O günlerde
Atatürk’ten başka neredeyse hiç kimse cumhuriyet rejimini ve Osmanlı’dan
başka yeni bir Türk devleti kurulacağını aklının ucundan bile
geçirmemektedir.
Atatürk,
Misak-i Milli’de ulusun ve ülkenin “bölünmez bütünlüğünü” dikkate
almıştır. Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda işgal altındaki ülkede yaşayan
yorgun, yoksul, sağlıksız, eğitimsiz, farklı etnisitelere ve mezheplere,
hatta çok farklı görüşlere mensup insanları -bazı istisnalara rağmen-
işgalci emperyalistlere karşı “ulusal bağımsızlık” ortak paydasında bir
araya getirmeyi başarmıştır. Bu “kutsal uyum”, bu “büyük birliktelik”
I. TBMM’de sağlanmıştır. İşte bu “kutsal uyum”, bu “büyük birliktelik”
bizim gerçek anlamda uluslaşmamızda çok özel bir yere sahiptir. 1913
Balkan Savaşları, 1914-1918 I. Dünya Savaşı ve özellikle Çanakkale’de
düşmana karşı kenetlenme, kardeşlik, birliktelik, vatan savunması
Kurtuluş Savaşı’yla taçlanmıştır. Bu da Türk ulus devletine giden yolu
açmıştır, işte tam da bu nedenle Atatürk, Türk milletini “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkı” olarak tanımlamıştır.
Atatürk, Türk ulus devletini kurarken Türk milliyetçiliğine çok özel bir yer vermiştir. Prof. Afet İnan, “Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk`ün El Yazıları”
(1930), adlı kitabının belgeler kısmında Atatürk’ün “millet” ve
“milliyetçilik”, “Türk milleti” konusunda el yazısıyla kaleme aldığı
notlara da yer vermiştir. Atatürk, söz konusu notlarında müthiş
demokratik, kapsayıcı, kavrayıcı, hatta geleceğe dönük ve gerçekçi bir
millet tanımı yapmıştır. Türk ulus devletinin şifresi bu notlardaki
millet tanımında gizlidir. Şöyle diyor Atatürk:
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.
Millet sözünden ne anlaşılır? Millet neye derler sualine bugünkü, asri
telakilere mutabık fenni bir tarif yapabilmek için yürüttüğümüz
münakaşayı kâfi görelim. Onun üzerine bir lahza durup düşünelim: bugün
Türk Cumhuriyetini kurmuş olan Türk milletini mütalaa ederken
bulunduğumuz şartları, tekrar gözden geçirelim:
a.
Siyasi varlığımızın haricinde, başka ellerde, başka siyasi zümrelerle,
isteyerek veya istemeyerek teşriki mukadderat etmiş, bizimle dil, ırk,
menşe birliğine malik, hatta yakın, uzak tarih ve ahlak yakınlığı
görülen Türk cemaatleri vardır. Tarihi bir hadisenin neticesi olan bu
hal, Türk milleti için elim bir hatıradır. Fakat Türk milletinin tarihen
ve ilmen teşekkülündeki asaleti, tesanüdü asla haleldar edemez.
b.
Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine
Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık
fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır.
Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar,
birkaç düşman aleti mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi
üzerinde teellümden başka bir tesir hâsıl etmemiştir. Çünkü bu millet
efradı da umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka,
hukuka sahip bulunuyorlar. Ayrı ve birçok topluluklara
(cemiyetlere) malik okluklarını iddia etmiş ve bu yüzden Türklerle
birleşip bir millet teşkil etmemiş olan Araplar -hem de dinlerini kabul
ettiğimiz halde- acaba bugünkü esaretlerinden memnun mudurlar? Bugün
içimizde bulunan Hristiyan, Musevi vatandaşlar, mukadderat ve
talihlerini Türk milletine vicdani arzularıyla raptettikten sonra
kendilerine yan gözle, yabancı nazariyle bakılmak, medeni Türk
milletinin asil ahlâkından beklenebilir mi?
Milletin umumi
tarihi; bundan sonra müşterek, milli fikrin, ahlâkın, hissin, heyecanın
hatıra ve an an’elerinin millet afradında meydana gelmesini ve
kökleşmesini temin eden müşterek mazinin, birlikte yapılmış tarihin, vicdanları ve zihinleri doğrudan doğruya birleştiren müşterek dilin,
milletlerin teşekkülünde en mühim amiller olduğunu bir defa daha
kaydettikten sonra millet hakkında, ikinci derecede unsurları kaale
almayarak mümkün olduğu kadar her millete uyabilecek bir tarifi de biz
ele alalım:
1. Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan,
2. Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvaffakate sahip olan,
3.
Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri
müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete millet
namı verilir.
Bu tarih tetkik olunursa bir milleti teşkil
eden insanların rabıtalarındaki kıymet, kuvvet ve vicdan hürriyetleri
ile, insani hisse gösterilen riayet kendiliğinden anlaşılır.
Filhakika maziden müşterek zafer ve yeis mirası,
İstikbalde tahakkuk ettirilecek aynı program,
Beraber sevinmiş olmak, beraber aynı ümitleri beslemiş olmak.”
Atatürk’ün 1930 yılında kaleme aldığı bu notlardan süzülen gerçekler şöyle özetlenebilir:
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkını” hiçbir ayrım yapmadan tüm unsurlarıyla “Türk milleti”
olarak adlandıran Atatürk, bu Türk milleti içinde Kürtlük, Lazlık,
Çerkezlik, Boşnaklık fikri propaganda edenleri çok sert bir ifadeyle, “birkaç düşman aleti mürteci beyinsiz” diye tanımlamıştır. Atatürk, bu “mürteci beyinsizlerin” etnik, bölücü propagandalarının millet üzerinde etkili olmadığını, “Çünkü bu millet efradı(nın) da umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka, hukuka sahip...” olduklarını belirtmiştir.
Görüldüğü gibi Atatürk burada çok açıkça “Türk milletini” oluşturan tüm unsurların, milletin tüm fertlerinin ortak geçmişe, tarihe, ahlaka, hukuka sahip olduklarının özellikle altını çizerek bu insanları etnik kimliklerine göre sınıflandırmaya kalkanları “birkaç mürteci beyinsiz” diye aşağılamıştır.
Türk
milletini oluşturan hiçbir unsuru ötekileştirip dışlamayan Atatürk,
içimizde bulunan Hristiyan ve Musevi vatandaşların da Türk milletinin
bir parçası olduklarını ve onlara Türk milletin yan gözle bakmayacağını
şöyle ifade etmiştir:
“Bugün
içimizde bulunan Hristiyan, Musevi vatandaşlar, mukadderat ve
talihlerini Türk milletine vicdani arzularıyla raptettikten sonra
kendilerine yan gözle, yabancı nazariyle bakılmak, medeni Türk
milletinin asil ahlâkından beklenebilir mi?” Atatürk,
kaderlerini isteyerek, Türk milletine bağlayan gayrimüslimlerin de artık
yabancı değil bizden olduklarını çok net bir şekilde ifade etmiştir.
Atatürk daha sonra milleti oluşturan unsurları sıralamaya başlamıştır. Atatürk’e göre milleti oluşturan unsurlar şunlardır:
1. Milletin genel tarihi; “Müşterek mazi”, “Birlikte yapılmış tarih”, “Zengin bir hatıra mirası”
2. Millet fertlerinin ortak milli fikir, ahlak, his, hatıra ve an’anelere sahip olması,
3. Ortak bir dil “Vicdanları ve zihinleri doğrudan doğruya birleştiren müşterek dil”,
4. Birlikte yaşama arzusu
5. Sahip olunan ortak mirası korumak konusunda “iradeleri müşterek olan insanların” oluşturduğu topluluk...
Atatürk’ün
millet tanımında yer verdiği unsurlar bunlar... Dikkat edilecek olursa
bu unsurların tamamı birleştirici, bütünleştirici ve iradeyi, arzuyu,
aidiyet duygusunu esas alan nitelikte unsurlar... Atatürk’ün millet
tanımında yer verdiği bu unsurlar kadar yer vermediği unsurlar da
önemlidir. Atatürk millet tanımında ve Türk ulus devletini kurarken
şunlara yer vermemiştir:
1. Din birliği, 2. Irk birliği
Atatürk’ün millet tanımında “din birliği’nin ve “ırk birliği”nin, daha
doğrusu “ırkçılığın” olmaması, Atatürkçü millet tanımının çağını aşan
düzeyde demokratik ve ileri bir millet tanımı olduğunun açık kanıtıdır.
Üstelik Atatürk’ün bu millet tanımını yaptığı 1930 yılında dünyada
faşizm çağı yaşanmaya başlamıştır, İtalya’da faşizm, Almanya’da Nazizm,
Rusya’da kominizim gibi yükselen akımların, ırka, dine veya sınıf
birliğine vurgu yaptığı günlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu babası
Atatürk ırka, dine veya herhangi bir sınıfa göre değil, ortak geçmişe,
ortak hafızaya, ortak kültüre, ortak dile ve birlikte yaşama arzusuna
vurgu yapmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin birleştirici mayası TÜRK
MİLLETİ çatısı altında uluslaşmaktır. Atatürk’ün Türkiye’si, Türkiye
Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkının TÜRK MİLLETİ olarak birleşmesiyle,
bütünleşmesiyle kurulmuştur. Türk milletini bölüp parçalamadan, Türk
milletinin ulus olma bilincini yok etmeden Türkiye Cumhuriyeti’nin
yıkılmayacağını herkes çok iyi bilmelidir. Bu bilinç, son zamanlarda
gevşetilmeye başlanmıştır. Milletçe çok dikkatli olmak zorundayız:
Türkiye Cumhuriyeti’nin “ilelebet payidar kalması” fert fert millet
bilincine sahip olmakla ve yeniden uluslaşmakla mümkündür.